Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü  Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la Ramazan’ın psikolojik kazanımlarını konuştuk.

Ramazan bunun için Rahmet ayıdır. Allah’ın merhametinin yağmur gibi yağdığı aydır. İnsanlara kendilerini tanımaları, geliştirmeleri için fırsat iklimi ortaya çıkıyor. Ramazan iklimi bu açıdan büyük bir fırsat iklimidir… Manevi gelişim için, kendini tanımak için, insanın psikolojik huzuru için, nefsini terbiye etmek için fırsattır. Ramazan içimizdeki vahşi arzuları, dürtüleri, hisleri terbiye etmek için müthiş bir fırsat sunuyor.

Hocam, Ramazan toplumu, insanları, bizleri psikolojik bağlamda nasıl inşa eder? Ramazan insanlarımızı nasıl değiştirir?

İnşa kelimesi burada çok anlamlı bir söz. İnşa etmek… İnsan hayatında bazen mola vermesi gerekiyor. Bütün alışkanlıklar devam ediyor, böyle olunca bazı hatalar da tekrar etmeye başlıyor. İnsanı en çok körelten şey alışkanlıklardır… Özellikle yanlış alışkanlıklardır. Yapılan araştırmalarda şu andaki mevcut tıbbın tanımladığı hastalıkların yüzde 60-70’inin sebebi yaşam stiliyle ilgili. Beslenme alışkanlıkları, böyle psikolojik hastalıklar… Şimdi insanın bu rutin olarak işleyen bir çok olumsuz alışkanlıklar kazanıyor.a Bu olumsuz alışkanlıkları değiştirmek için bazı dönemlerde kişinin hayatının bazı dönemlerinde dur-düşün-yeniden başla yapması gerekiyor. Buna mola vermek deniliyor… Bu mola döneminde kişi yaptığı bütün işleri değiştiriyor. Hatta buna değişimcilikte yüzde 15 modeli deniliyor. Bir insan hayatında rutin işlerini yaparken, farklı konuda çalışıyorsa 15 saatini yaptığı iş hakkında ayırması. Neden yapıyorum? Öyle değil de şöyle yapsam olur mu? Yaptığım hatalarım var mı? Yeniden yapılandırma, yeniden değerlendirme bir durum söz konusu. Bunun için bir zaman ayırması gerekiyor. Buna yüzde 15 kuralı da denebilir.

Ramazan’da seçilmiş yalnızlık: İtikaf

 Ramazan’a insan 12 ayın 1 ayında yaptığı rutinin dışına çıkıp bir mola vermiş oluyor. Bu da hayata mola vermek değil. Alışkanlıklarına mola vermek. Yeniden yapılandırmak. Durup-düşünüp-yeniden başlamasını sağlamak…Bu kişinin kendini dünyadaki işlerini geliştirmekte yüzde 15 modelini tarif ediliyor başarılı olması için, manevi terakkisinde başarılı olması için promotoryum deniliyor buna- mola vermesi… Bu mola vermeler sürecinde kişi ilerlediği hayattaki manevi birikimlerini yeniden inşa ediyor. Ve gelecekle ilgili daha doğru adımlar atmasına neden oluyor. Psikolojik dünyasının, manevi dünyasının inşa etmesinde dışarıdaki mola vermeleri istenen bir şey. Ramazan’da bunun uygulanması diyebiliriz… Nelerel mola verebiliriz? Rutine kaptırmış kendini, eşiyle çocuklarıyla fazla ilgilenmiyor. 24 saatin neredeyse hiçbir saatinde kendisine zaman ayırmıyor. Halbuki insanın hayatında sessiz zamanlarının olması lazım. Hiç kimsenin karışmadığı, sadece kendisiyle yüzleştiği… Hayat nedir? Hayatın anlamı  nedir? Dünyanın anlamı nedir? Gibi soruları sorduğu, kendisinin sessiz zamanlarının olması gerekir. Biz buna seçilmiş yalnızlık diyoruz. Seçilmiş yalnızlık varsa, kişinin ruhsal tahlili yapılmış olur. Ramazan’ın en önemli özelliğidir bu. Özellikle son 10 günü, itikafa çekilmesi seçilmiş yalnızlıklardır, kişinin kendisiyle yüzleşmesidir. Bununla ilgili selattin camilerde itikaf odaları vardır. Bu gibi dönemlerde insanın kendisiyle hesaplaştığı, manevi inşasına zaman ayırdığı dönemler vardır. Günlük rutin içersinde insan bu molaları veremiyor. Böyle bir irade içinde, hayat dünya hayatıyla sınırlı değil. Türk Dil Kurumu, sekülerizmi dünyacılık olarak tercüme etmiş. İnsanlık döneminde bu dönem kadar ölümden sonrasının unutulduğu bir dönem yaşanmamış… Hatta, Hz. Peygamber (S.A.V.) “Vehn hastalığı” diye bir hastalıktan bahsediyor.. . “Ahir zamanda ümmetimin başına bu hastalık gelecek” buyuruyor.

Ölümün yüzüne gülebilmeyi kazanabilmeli Ramazan'da insan

Nedir vehn hastalığı hocam?

NEDİR bu vehn hastalığı Allah’ın Resulü diye sorulduğunda, “Benim ümmetim suyun üzerinde saman çöpleri gibi olacaklar. Çok olacaklar ama darmadağın olacaklar” buyuruyor…, “Nedir vehn hastalığı dediğinde… İki şeyden anlarız diyor… Ölümden korktukları zaman, dünya muhabbetinin arttığı zaman”. Bugün Müslüman’ım diyor insan ama ölümden korkuyor. Halbuki ölüm hayatın bir uzantısıdır. Ölümden korkup korkmamak bizim tercihimizdir. Ben Müslümanım diyen bir insan ölümden korkuyorsa, tercihini yanlış kullanıyor demektir. Ölümden korkmak konusunda bir yaşam felsefesi var demektir. Ölümden korkma yönünde yaşam felsefesi olmasını istemiyorsa, manevi yapısını yeniden inşa etmesi gerekiyor. Ölüme bir açıklık getirebilmesi, ölümün korkulacak bir şey olmadığını, ölüme Hz. Mevlana’nın dediği gibi Şeb-i Aruz diyebilmesi. Biz bunu diyebilmeyi masal gibi görüyoruz. Ölümün yüzüne gülebilmeyi kapasitesini kazanabilmeli Ramazan gününde insan. Eğer bu manayı kazandırabilirsek Ramazan o zaman manasına uygun yaşanmış olur. Allah’a kavuşmayı vuslat olarak görebilmek. Bu yaklaşık bize sadece Hz. Mevlana’nın fantezisi gibi geliyor. Ama ölüm yakın… Hiçbir ölüm uzak değil. Herkes için. İnsanoğlu bunu düşünmeden yaşadığı zaman ne oluyor? Devekuşu gibi yaşamış oluyor… Devekuşu başını kuma gömmüş, kendisinin görünmediğini zannediyor. Ölüme hazırlıklı olmayan insan ölüm gerçeğini daha travmatik yaşıyor. Ama biz ana okulu eğitimindeki çocuklara bile akvaryumdaki balıkların ölebileceğini anlatın diyoruz.  Çocuk akvaryumdaki balığın öleceğini bilmezse travma yaşıyor. Ramazan işte bu çağdaki mutluluk, seküler yaşamın, dünyasallaşmanın gözden geçirildiği bir dönem olursa, hatalar daha çok farkına varılır. Ben hiç unutmam 1999 depreminden sonra bir işadamı gelmişti. Vahşi kapitalizmi yaşayan, zenginleşmenin doruklarında bir adam. “Artık işçimin hakkına daha çok önem vereceğim,  dünyanın geçici olduğunu anladım” dedi. Depremden sonra… İnsan, başına gelmeden tedbirini alan insandır. Ölüm gelmeden ölüm travmasına hazırlıklı olmamız… Ramazan yaşam felsefemizi dur-düşün-yeniden başla fırsatı olarak değerlendirebiliriz.

Ramazan empati ayıdır

Hocam, Ramazan aynı zamanda empati mevsimi. İnsanların hallerini, açlıklarını anladıkları bir ay. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ölümden sonraki hayatın da bir kanadı vardır. Akıllı  bir insan olaylara tek kanadıyla uçmaz, iki kanadıyla uçar.

Ramazan’da ne oluyor? Kişi daha önce bir hedefi olan, dikkatinin 60 dakikasının 59 dakikasını kendisine ayıran, sadece kendisi odaklı yaşayan… İnsanın ilk sevdiği nesne kendi egosudur. En bencil varlık ise çocuktur. Doğduktan sonra birdenbire, annesinin karnında çok konforlu bir yaşam sürerken, bir şey yemesi içmesi gerekmiyor, her şey hazır geliyor. Birdenbire dünyadaki gerçeklerle karşılaşıyor, ilk tepkisi ağlamak oluyor. Sağlıklı yaşayan bir kimse doğduğu zaman kendisi ağlar, etrafındakiler sevinir. Vefat edeceği zamanda kendisi sevinir etrafındakiler ağlar. Vefat ettiğinde kendisi gülerek gidebiliyorsa etrafındakiler ağlıyorsa doğru bir yaşam sürmüş demektir. Bu nedenle Ramazan’da empati yapabilmesi bir insanın böyle bir yaşamı başarmasını sağlıyor. Empati nedir? Kişinin kişinin karar verirken, bir pencereden başkasına da bakabilmek. Onun da hayatını ihtiyaçlarını dikkate alabilmek. Empati, başkasının yerine koymak değil kendimizi. Kendimizi olduğu gibi koruyarak, başkasının açısından olaylara bakabilmek. Sempati ile empati karıştırılıyor. Sempati, birisi ağladığı zaman oturup onunla birlikte ağlamak. Burada birisi ağladığı, üzüldüğü zaman, onun ağlamasını anlamaktır. Şu anda insanlar bir şeyi anlamak istemiyorlar, bilmek istemiyorlar. Sadece hoşuna giden bir şekilde yaşamak istiyorlar yaşamı. Böyle bir durumda kişi, varoluş sorgulaması yapmıyor. IQ’su 70 ve üzerindeki kişiler varoluş felsefesini sorgulamalıdır. 70’in altında olanlar, yüksek değerleri, yüksek düşünceleri düşünmezler. Yüksek yaşam felsefeleri yoktur bunların. Diğerleri de yaşam felsefeleri olduğu halde ölümden sonrasına bir nevi kör olan kişilerdir. Öbür dünyayı görmeyen kişilerdir… Tek gözü kör olan kişilerdir. Tek kanatlı, sadece dünya kanadıyla uçan. Ölümden sonraki hayatın da bir kanadı vardır. Akıllı  bir insan olaylara tek kanadıyla uçmaz, iki kanadıyla uçar. Mutluluk vadeden hiçbir felsefe, sadece dünyada mutluluk vaat ediyorsa, başarılı olamaz. Felsefe iki dünyada mutluluk vaat ediyorsa başarılı olabilir. Bu nedenle sağlam inancın, yüksek değerlere inanmanın verdiği bir huzur duygusu var, esenlik duygusu var.

Müslümanım diyen çok, mümin az

Ben şimdi bakıyorum, ben Müslüman’ım diyen insan çok ama, mümin az.

Bu tesbiti nasıl yapıyorsunuz hocam?

Mü’min az neden? Nasıl? Adam müslümanım, mü’minim diyor ama, vahşi kapitalist gibi yaşıyor. Acımasız, kul hakkı önemsemiyor, rüşveti rasyonelize ediyor, yalan söylemeyi rasyonelize ediyor, bu zamanda güç olmadan başarılı olamazsın diyor, Hz. Ali (R.A.) en iyi ata binmiştir diyor, “Benim de en iyi arabaya binmem lazım” diyor. Böyle bakınca kendisini kandırma konusunda çok usta Müslümanların. Daha önceleri Ecevit, “Gardrop Atatürkçülüğü” diyordu. Şimdi gardrop Müslümanlığı var. Müslüman ama kul hakkını önemsemiyor, yalan söylemeyi önemsemiyor, kalp kırmayı önemsemiyor. Halbuki kalp kırmak Kabe yıkmak ile bir tutulacak bir durum. Böyle durumlarda helali haramı önemsemeyen bir yaşam felsefesi ortaya çıkıyor. Bu felsefeyi ortaya çıkaran adı Müslüman ama mü’min değil. Çok çalışır, ama imanın verdiği şuur yok bunlarda. Hz. Mevlana aşk yoluyla Allah’a ulaştı. Ama bu zamanda aşk yolundan daha etkili bir yol var, şefkat yolu var. İnsan aşk yoluyla yola çıkarsa rahatlıkla yoldan çıkabiliyor. Ama zaafını bilip de insanlara yaklaşmayı başarırsa, Allah çizgisini, iman çizgisini daha yukarılara çıkarıyor. Kendisinin her şeye gücünün yetmediğini biliyor. Her şeye gücü yeten bir güç olduğunu biliyor. Bunun kendisine verdiği huzur hissini, esenlik hissini yakalayabiliyor. Bana bir gün bir işadamı geldi, “Ben 1 milyarlık bir şirketi yönetiyorum, ama tansiyonumu yönetemiyorum” dedi. Burada kontrol duygusu yüksek birisi. Aynı şekilde hayatımı da yönetmem lazım diye düşünüyor. Hayat onun değil ki. Hayat var, ölümden sonra hayat var. Hayat sınırlı olarak onda.  Hayatı yönetmek onun elinde değil. Hayatı yönetmek ancak ilahi bir iradenin elindedir. Bunu ancak Yaradan yapar. “Çocuğumu yaşatamıyorum, hastalığını yönetemiyorum” dediği zaman… Böyle zamanlarda sağlam inancı olan insan “Şifa yalnızca Allah’tandır” der. “Benim çocuğumun hastalığını gidermek için bütün sebeplere sarılmak ve şifayı Allah’tan beklemek” demesi gerekiyor. Bunu diyemediği için kontrollü  kaybetme duygusu yaşıyor.

Mutlu olmak haz peşinde koşmak değildir

ÖLÜMLE karşılaştığı zaman, “Ölümden sonrasına inanmıyorsa insan kaybetme duygusu yaşıyor. Böyle bir durumda ölüm var, ölümden sonra hayat var, Yaratıcıya karşı sorumluluklarım var” diyebildiğinde ise huzur oluyor.  Kendisinin güçlü ve zayıf yönlerini bilmesi gerekiyor insanın. Öz yönetim yapabilmek için ilk adımın farkındalık olması lazım, öz bilinç olması lazım. Öz bilinç olmadan başkalarını tanıyamazsınız. Bu nedenle Ramazan ayı öz bilinci geliştirme, empati yapabilme, kendisiyle barışık olma, kendisiyle yüzleşebilme, iç huzuru sağlama ayıdır. Bir insanda iç huzur yoksa hiçbir şeyi yoktur. Bir iş kadını geldi bana, “Pırlanta yüzüklerim var, spor otomobilim var, havuzlu villam var, her şeyim var, mutlu değilim” dedi. Mutluluk arayışından anlaşılıyor.... Halbuki gerçek mutluluk otantik mutluluktur.. Otantik mutluluk da, yüksek bir gücün varlığını hissederse insan mutlu olabiliyor. Hayatın anlamını fark ederse mutlu olabiliyor. Mutlu olmak haz peşinde koşmak değildir. Anlam peşinde koşmaktır. Ramazan bunun için Rahmet ayıdır. Allah’ın merhametinin yağmur gibi yağdığı aydır. İnsanlara kendilerini tanımaları, geliştirmeleri için fırsat iklimi ortaya çıkıyor. Ramazan iklimi bu açıdan büyük bir fırsat iklimidir… Manevi gelişim için, kendini tanımak için, insanın psikolojik huzuru için, nefsini terbiye etmek için fırsattır. Ramazan içimizdeki vahşi arzuları, dürtüleri, hisleri terbiye etmek için müthiş bir fırsat sunuyor.

Kaynak: Milli Gazete

Haberin linki: https://www.milligazete.com.tr/haber/4329920/nevzat-tarhan-ramazan-nefis-terbiyesi-icin-firsat-iklimidir